9311,88%-2,19
38,85% -0,32
44,87% -0,99
4344,50% 1,44
6989,75% 1,74
İsrail, İran’ın Natanz Nükleer Tesisi’ni hedef aldı. Aralarında Devrim Muhafızları Komutanı Selami’nin de olduğu çok sayıda üst düzey isim öldü. İran, müzakereleri sonlandırdı ve savaş emri verdi.
Ortadoğu’da gerilim yeniden tırmandı. İsrail, 13 Haziran gecesi İran’ın İsfahan eyaletindeki stratejik öneme sahip Natanz Nükleer Tesisi’ne hava saldırısı düzenledi. İran kaynakları, saldırıda İran Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami, Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri ile birlikte 10’a yakın üst düzey komutanın hayatını kaybettiğini duyurdu.
İsrail saldırısının ardından Tahran yönetimi, nükleer müzakereleri sonlandırdığını açıkladı. İran ordusuna savaş hazırlığı emri verildi. Rejim yetkilileri, "İsrail'e unutamayacağı bir ders vereceğiz" açıklamasında bulundu.
Ancak bölgede uzmanlar, bu tür söylemlerin İran halkını teskin etmeye yönelik olduğunu, geçmişte benzer saldırılarda da İran'ın ciddi bir karşılık veremediğini hatırlatıyor. İsrail’in daha önce Tahran’da İsmail Haniye’ye düzenlediği suikast gibi operasyonlar, ülkenin bu alandaki alışılmış hamleleri arasında gösteriliyor.
İsrail, Gazze’de 2023 Ekim ayından bu yana yürüttüğü operasyonlarla 60 bine yakın sivilin ölümüne yol açtı. Yakın zamanda yardım almak isteyen sivillere ateş açılması, Madleen gemisine saldırı ve Türk vatandaşlarının alıkonulması, Tel Aviv yönetiminin uluslararası hukuk tanımadığını bir kez daha gözler önüne serdi.
Bu son saldırıyla İsrail, bölgesel bir "kovboy devlet" rolüne soyundu. Hamas, Hizbullah ve Esad rejimini etkisiz hale getirdikten sonra sıranın İran’a geldiği görüşü bölgede sıkça dile getiriliyor.
ABD ve Trump yönetimi ise saldırıyla ilgili herhangi bir sorumluluk kabul etmese de, yorumcular bu tutumu "iyi polis–kötü polis" oyununun bir parçası olarak değerlendiriyor.
Trump’ın geçmişte Suudi Arabistan, BAE ve Katar ile milyarlarca dolarlık silah anlaşmaları yaparken, bir yandan da kamuoyuna "İsrail’in bazı operasyonlarını aşırı bulduğu" yönündeki açıklamaları, bu stratejinin örneklerinden biri olarak gösteriliyor.
Türkiye cephesinde ise hükümetin tepkisi yalnızca kınama mesajlarıyla sınırlı kaldı. Cumhurbaşkanlığı ve Dışişleri Bakanlığı'ndan gelen açıklamalar önceki saldırılarda olduğu gibi, İsrail’i kınamakla yetindi. Madleen gemisine yapılan saldırı sonrası da benzer kınamalarla yetinildi.
Eleştirmenler, hükümetin ciddi adımlar atmaktan kaçındığını; İsrail’e ambargo uygulamak, Kürecik Üssü’nü kapatmak ya da hava ikmal hattını kesmek gibi yaptırımlar yerine sadece kınama mesajlarına sığındığını vurguluyor.
Türkiye’deki muhalif çevreler ise bu gelişmelerin, iktidarın şahsi ve bağımlı dış politika çizgisinin bir sonucu olduğunu savunuyor. AB üyeliği, güçlü ekonomi ve bağımsız bir diplomasi çizgisinin olsaydı, İsrail’in bu kadar pervasız davranamayacağı iddia ediliyor.
İran’ın mevcut durumu da Türkiye’yi ilgilendiren başka bir boyut taşıyor. Uzun yıllardır ambargo altında yaşayan, baskıcı rejimle mücadele eden, ekonomik krizle boğuşan İran halkı, derin bir öfke ve umutsuzluk içinde. İsrail’in, bu sosyolojik ve psikolojik fay hatlarını kullanarak rejim karşıtı eylemleri teşvik etmeye çalıştığı da belirtiliyor.
Netanyahu'nun 2024 sonbaharında İran halkına hitaben Farsça ve İngilizce yayınladığı mesaj da bu politikanın bir yansıması olarak görülüyor.
Sonuç olarak, Türkiye bu süreçte İran ile doğrudan bir savaşa girmese de, psikolojik, ekonomik ve diplomatik açılardan bu çatışmaların etkisi altında kalacaktır. Ankara’nın dış politikadaki yönelimi, İsrail-ABD bloğunun hedefleriyle ne kadar uyumlu olursa, bölgesel bedelleri de o denli ağır olabilir.