CAN PULAK

Tarih: 05.11.2025 14:16

Sesimizi duyan var mı?

Facebook Twitter Linked-in

 

Emeklisi, memuru, işçisi, çiftçisi, genci, yaşlısı, öğrencisi, öğretmeni, gazetecisi, astsubayı, avukatı, doktoru, işadamı, eczacısı, aklınıza kim gelirse, kime kulak verirseniz çoğu şikayetçi, çoğu tepkili. Haksızlıktan, usulsüzlükten, adaletsiz kararlardan, geçim sıkıntısından, çok kötü yönetilmekten yakınıyor çoğu. Ülkeyi yönetenler bunu görmemekte direniyor, oralı bile olmuyor, aksine her şeyin çok iyi ve mükemmel olduğuna inanıyorlar. Kendilerine oy veren kesime sosyal yardım adı altında her desteği veren, emeksiz-zahmetsiz-ter dökmeden ve çalışmadan devletin imkanlarıyla beslenen milyonları, bir de din rüzgarıyla elinin altında tutan iktidar, uyguladığı akıl almaz ekonomik kararlarla Türkiye’ye telafisi çok zor zararlar verdi.

Kindar ve dindar bir nesil yaratma söylemi ile yola çıkanlar, ülkenin tecrübe ve güçlü donatım imbiğinden geçmiş genel ve idari yapısını da (Yeni Türkiye)sloganıyla tepetaklak ettiler. Ne sadakat yemini ettikleri Anayasa’yı dikkate aldılar, ne Anayasa Mahkemesi kararlarına kulak astılar nede Cumhuriyeti korumak ve kollamakla yükümlü şanlı ordumuzdan çekindiler. Ordunun vesayetini kaldırıyoruz diye gücünü kırdılar, generallerini subaylarını tutuklayıp hapse tıktılar, milletin gözünü korkutarak yerine siyasi vesayeti getirip oturttular. Bütün bunlar gözlerimizin önünde oldu, hepsini birlikte yaşadık ve yaşamaya da devam ediyoruz.

AKP iktidara gelene kadar, eksik ve aksaklara rağmen iyi-kötü bir hayatımız, merkez bankamızda paramız, eline geçen parayla kirasını rahat ödeyen, çocuklarını kurslara mecbur etmeden okutabilen ve sofrasından aç kalkmayan bir milletimiz vardı. O milletin vergilerinden oluşan bütçeyle kalkınmaya çalışırdı Türkiye. Bugünkü gibi her şeyden şikayetçi bir topluma sahip değildik geçmişte. Terör vardı, sağ-sol kavgaları vardı, azgın Kürtçülük rüzgarı da eksik değildi ama, bugünkü kadar umutsuz ve kimsesiz değildi milletin çoğu. Cumhuriyetin kazanımları olan kurumlarımızda, fabrikalarımızda, kuruluşlarımızda çalışabiliyorlardı. Şimdi hepsinin yerinde yeller esiyor, üçe beşe bakmadan çoğunu elden çıkardık, yerli yabancı para babalarına sattık.

Evet modern gökdelenler, bölünmüş asfalt yollar, tüneller, köprüler, alt-üst geçitler, hastane ve havaalanları yaptık ama, parayı betona gömerek ekonomimizi mahvettik. Tarımı çökerttik, hayvancılığımızı bitirdik, köylerimizi mahalleye çevirerek ülkeyi doyuran köylülüğümüze son verdik. Ormanları, zeytinlikleri, dağları, tepeleri madencilere kurban ettik. Özel fabrikaların kapanmasına, çoğunun yurt dışına taşınmasına, gençlerimizin ve doktor-mühendis, bilgisayar uzmanlarımızın yetişmiş vasıflı ve eğitimli personelimizin Türkiye’yi terk etmesine aldırmadık,(giderlerse gitsinler) dedik. Her şeyi özel sektöre bıraktık, milleti parasız adım atamaz hale getirdik, Öyle olmadı mı ?

Öyle olunca şikayetler, çığlıklar ayyuka çıktı, protestolar ve tepkiler zirve yaptı. Hak aramak isteyenlerin üstüne polisi saldık, yetmedi biber gazı sıktık, sesini yükseltenleri ters kelepçeyle götürdük. Hani Anayasaya göre hak istemek,

toplantı ve gösteri yapmak, eyleme dönüştürmedikçe serbestti? Hayır buna izin verilmedi, toplumu gergin ve tam kontrol altında tutmayı genel politika haline getirdiler. Hani Anayasa’ya göre basın hürdü ve sansür edilemezdi…Bırakın hür ve sansürsüz basını, kendini mahkeme yerine koyan RTÜK gibi kurumları bile devreye soktular. Bütün suçu gazetecilik yapmak olan meslektaşlarımızın bir kısmı hapiste hala…

Bu iktidara göre mükemmel, muhalefete göre felaket tablonun sorumluluğunu bir kesime yüklemek de doğru değil. Bugün milletin çoğunun şikayetçisi olduğu konuların kabahatini sadece iktidarda değil, onun peş peşe torba kanunları çıkardığı geceleri Meclis’te görev yapmak yerine, yıllarca evinde horul horul uyuyan muhalefette de aramalıyız. Muhalefet görevini son iki yılda değil, çeyrek asra yakın bir dönemde etkili ve bilinçli bir şekilde yapsaydı eğer, Türkiye bu kadar kötülüğün ve karanlığın esiri olmazdı. 300 bin liraya yakın mebus maaşı alanlarla, emekli maaşları dahil ayda eline yarım milyon liraya yakın para geçen milletin vekilleri bu ortak sorumluluğun hesabını kolay veremezler.

İktidarın yüzde 30 civarındaki oyunu oluşturan ve iktidarın nimetlerinden beslenen kesim hariç, geri kalan seçmenlerin tamamına yakın bir çoğunluğu derdini haykırıyor, çığlık çığlığa bağırışıyor…

-Sesimizi duyan var mı..?

Ne yazık ki yok.. Mevcut seçim ve siyasi partiler kanunu, mevcut Parlamento yapısı ve raydan çıkan idari ve bürokratik fotoğrafla milletin giderek yükselen sesini duyan ve gereğini yapacak kimseler maalesef görünmüyor ortalıkta. Milletin tümünü kucaklayacak, sarıp sarmalayacak, derdine heyecanla koşup çözecek ne bir siyasi iklim, ne bir siyasi anlayış ne de sorumlu davranacak bir kadromuz var. Türkiye’nin evvela vekili ön planda tutan değil, milleti ön plana alan bir yönetime ve anlayışa ihtiyacı var. Böyle bir zihniyete yeni seçim ve siyasi partiler kanunuyla, tüm imtiyazları sıfırlanan ve katıldığı oturum başı 5000 lira alacak ve dokunulmazlığı sadece milletin kürsüsünde geçerli olacak 200 milletvekiliyle, Cumhurbaşkanı dahil tüm parlamenterlerin, tüm idari kadroların ve hakimler dahil tüm memurların dokunulmazlık zırhlarını terk ederek milletin tümü gibi hesap verecekleri bir sistemle kavuşabiliriz.

Hazır Anayasa değişikliğine niyetlenirken, Anayasa’nın ilk dört maddesi hariç, diğer maddelerinde yukarıda belirttiğim değişiklikleri yapabilir, siyaseti meslek olmaktan çıkarabiliriz. Türkiye’ye çok pahalıya patlayan Başkanlık sistemini değiştirebilir, Parlamenter sisteme dönebiliriz. Ülkeyi yönetenlerle yönetilenleri imtiyazsız-çıkarsız ve eşit bir çizgide buluşturabiliriz. İşte o zaman milletin sesini duyacaklar yönetirler bizleri ve haklı taleplerimizi kolayca yerine getirirler.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —